05 Haziran 2022
Ağustos böceği ve karıncayı hepimize anlattılar fakat şu soruyu asla cevaplamadılar, karınca iyi bir yaşam sürmek adına feda ettiği hayatı için hiç pişman oldu mu? Hiç mi mola vermedi? Ağustos böceğinin şarkılarına hiç mi eşlik etmedi?
“Eğer iyi bir lise kazanamazsam, babam beni okutmayacak.”
LGS bugün yapıldı, YKS için sayılı gün kaldı. Mesleğim gereği çocuklar ve yeni yetişkinlerle uzun vakitler geçiriyor, çoğunlukla onları dinliyorum. Her gün unutmak istediğim fakat zihnimin içindeki yerini geçen her saniye daha da sağlamlaştıran kötülükler duyuyorum.
“Annem bana “Zaten senden hiçbir şey olmaz.” diyor, “Sizce gerçekten benden hiçbir şey olmaz mı? “
Tepkisiz kalmam gerekiyor. Bir kaya gibi sağlam, güvenilir, dinleyen fakat asla yargılamayan fakat bazen… bazen bedenimi kaplayan titremeyi, derinden gelen o sessiz öfkeyi bastıramıyorum. Gencecik bir çocuk karşımda oturmuş, beklenti dolu gözleriyle benden bir cevap beklerken; en yakınının incittiği yeri sarıp sarmalamamı tüm yüreğiyle isterken onu incitenlere olan öfkemi susturamıyorum. Bu benim profesyonelliğime gölge düşürür mü? Açıkçası buna, tüm bunlara alışırsam insanlığıma sürülecek kara beni daha çok korkutuyor. Çocukların umutsuzluklarını, çalışsalar, iyi yerleri kazansalar dahi günümüz şartlarında okudukları okulun hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini söyledikleri yakınmaları dinliyor, onları içine düştükleri umutsuzluktan kurtarmaya çalışırken kendi umutsuzluğumu sandığa kilitliyorum.
Binbir umut, sonsuz bir mutlulukla dünyaya gelen çocuklarımızı neden bir tür yarış arabasına, aldığımız en parlak oyuncağa çeviriyoruz? Karınca sorusunun bilinmezliği gibi, bu da benim için bir tür gizem, belki anne olmadığımdandır .- fakat yine tüm bunlar – o çocuklara karşı anne şefkati hissedemediğim anlamına gelmiyor. Dış kapının dış mandalı, hayatlarındaki dönemlik dinleyici, birkaç sezonluk yol gösterici olan ben bile içim titreyerek onlara yaklaşıyorken ebeveynler nasıl oluyor da çocuklarının sınavın yükü altında her geçen gün daha da ezildiğini göremiyorlar, anlayamıyorum.
“Kazanmak zorundayım, kazanamazsam ailemin yüzüne nasıl bakarım?”
Çocukları yıllar boyunca okul kazanımlarını ölçecek bir sınava hazırlıyor fakat hazırlık kurslarında onları “sayısal” yeteneklerine göre değerlendiriyor, sayısal zekası düşükse dikkate dahi almıyoruz. Bir çocuk sayılar yerine kelimelerle uğraşmayı seviyorsa tembel, ritmik ve kinestetik zekaya sahip ise düpedüz akılsız olarak adlandırılıyorlar. İyi eğitimden, fırsat eşitliğinden bahsederken söylediklerimizin sadece maddi olgularla sınırlı olduğunun farkında mıyız?
Hiç sanmıyorum.
Sayısal Zeka dışında herhangi bir zeka türüne gereken önemin verildiğini de düşünmüyorum açıkçası, bu öyle bir durum haline geldi ki sayısal zekası yüksek çocuklar herhangi bir konuşmanın ortasında “Biz her şeyin en iyisine layığız, fırsatların hepsine biz sahip olmalıyız.” mantığına dahi bürünebiliyorlar. – Asla hepsi değil fakat özellikle özel sektörün bu tutumu güçlendirdiğine tüm kalbimle inanıyorum. – Bunu biz yaptık. Yaz boyunca çalışan onca hayvan arasında sadece karıncayı övdük, diğerlerini görmedik ya da görmezden geldik. Emeklerini ve yaz sonunda ulaştıkları başarıyı değil, o başarının bizi nasıl göstereceğini düşündük .Emekleri üstümüzde ışıldayan yeni, güzel bir elbise mi yoksa yamalı, eski bir ceket gibi mi duracaktı?
Sayısal zeka her zaman daha çok takdir topladığından en büyük yaygarayı onların başarısı için mi kopardık? İşte karşınızda Doktor Karınca, onu bir sene boyunca ben destekledim. Ah, işte bu da Müzisyen Ağustos Böceği, yaz boyunca şarkı söylediğinden ileride çalgıcı olacak, o da iş bulabilirse.
Fakat konumuz tabii ki bu değil, eski okuyucularım varsa yazmaya uzun aralar verdikten sonra geri dönüşlerimin hep lakırdılarla dolu olduğunu bilir. Düşüncelerimi ekran üzerinde bile sıraya koymakta zorlanıyorum, zira öfkelendiğim çok şey var. Önünüze onlarca soru bırakmadan önce ne demiştim? Ah evet, karıncalar , yarış arabaları ve adaletsizlik.
Doktorluğu övdük, –Şu sıralar hepsini elimizden kaçırıyoruz fakat olsun, bu övmediğimiz anlamına gelmiyor. – mühendisiği alkışladık, eczacılık da fena değil dedik ama şu sıralar çok fazla eczane var, onlar ormanımızda eski popülerliklerini kaybettiler. – Çocukları 10 yaşlarından itibaren içlerinde kaybolacakları bir yarışa soktuk. “Büyüyünce ne olacaksın?” sorusunu daima ” Benim oğlum/kızım büyüyünce doktor olacak ablası/abisi” diye kendimiz cevapladık. Yattık, kalktık, onlarla çalıştık, gencecik zihinlerini harap ederken kendimiz de harap olduk. “Geleceklerini düşündüğümüz, onlar için iyi bir gelecek istediğimiz için.”
Peki ne için?
Size işin mutfağında, en azından mutfağın oldukça yakınında biri olarak şunu söyleyeyim. Yaz boyunca çalıştırdığımız, doktor olması için yıllarca işlediğimiz karıncalarımız kış geldiğinde oldukça yorgun ve çocukluğunu hiç yaşayamamış, ileride hangi mesleği yapmak istediğini bile düşünememiş şaşkın çocuklara dönüşüyorlar. Yanyana dizilmiş bir kaç sayıyla tüm geleceklerinin belirleneceği düşüncesi, o zamana kadar hiç övülmeyen diğer – ötelenen – yanlarının gizlendiği karanlıktan baş göstermesini sağlıyor. Kaygı kollarını tüm bedenlerine sarıp onları sıkıca kucaklıyor, hayatları boyunca uğraştıkları birkaç yanyana dizilmiş sayıdan ibaret olan gelecekleri onlara bakarken çocuklar ilk defa şu soruyu soruyorlar, benim geleceğimi belirleyecek olan şey bu mu?
Sınav yükünün üstüne, aileleri hayal kırıklığına uğratma, okul/ kurs çevresinde küçük düşme korkusu ekleniyor. Bizim yaz boyunca çalışan karıncamız, kış geldiğinde emeğinin karşılığını bir şekilde alıyor fakat ben her seferinde şunu sormadan edemiyorum. Emek emek ördüğü garantili geleceğinde gerçekten mutlu mu? Yoksa kaçırdıkları için az da olsa pişman mı?
Peki ya Ağustos Böceği şarkılar söyleyen, kış baş gösterdiğinde ise karıncadan yardım isteyen keyifçi arkadaşımız, kış geldiğinde kendine karınca kadar güvenli bir ev hazırlamadığı için pişman mı? Çok çalışmaması ya da karınca gibi matematik zekası olmaması ona daha az güvenli bir gelecek mi sunuyor?
Hiç sanmıyorum. Çünkü burası orman. Orman kendi kurallarını koyuyor.